. Türk Günü Yürüyüşü’nün mimarı Dinçer Akyalı anlattı: New York’un göbeğinde Türk’ün sesi yükseliyordu

Türk Günü Yürüyüşü’nün mimarı Dinçer Akyalı anlattı: New York’un göbeğinde Türk’ün sesi yükseliyordu

Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu Eski Başkanlarından ve New York Belediyesinden ilk Türk Günü Yürüyüş iznini alan Dinçer Akyalı, o döneme dair unutulmayan anılarını Türk Ses okurlarıyla paylaşıyor.

  • Oluşturulma Tarihi : 20.07.2025 12:34
  • Güncelleme Tarihi : 20.07.2025 12:34
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Türk Günü Yürüyüşü’nün mimarı Dinçer Akyalı anlattı: New York’un göbeğinde Türk’ün sesi yükseliyordu haberinin görseli

Röportaj: Efe Kılıç TÜRKSES Gazetesi Muhabiri

Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu Eski Başkanlarından ve New York Belediyesinden ilk Türk Günü Yürüyüş iznini alan Dinçer Akyalı, o döneme dair unutulmayan anılarını Türkses okurlarıyla paylaşıyor

 Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu başkanlığı görevini 1983 yılında yürüten Dinçer Akyalı, yıllar sonra hayat hikayesini kaleme aldığı kitabını, bugün federasyon başkanlığını sürdüren Gülay Aydemir’e armağan etti. Kitabın içinde yalnızca şahsi bir yaşam öyküsü değil, aynı zamanda federasyonun tarihine ışık tutan anılar ve yıllar önce gerçekleştirilen ilk Türk Günü Yürüyüşü’nün doğuşu da yer alıyor. Bu anlamlı buluşma vesilesiyle federasyon başkanı Gülay Aydemir ve başkan vekili Zuhal Özgül, Dinçer Akyalı’yı ziyaret etti. Başkan Aydemir, federasyon rozetini Akyalı’nın yakasına takarken duyduğu gururu şu sözlerle dile getirdi: “Bugün bu görevi yıllar önce büyük bir emekle yürütmüş bir başkanımızla yan yana olmak bizim için büyük bir onur. Federasyon tarihine tanıklık etmiş bir ismi dinlemek, geleceğe yön vermemiz açısından da çok kıymetli.” Bu buluşmanın ardından Dinçer Akyalı’nın kaleme aldığı kitaptan yola çıkarak hem geçmişin izlerini sürüyor hem de bugünün Türk toplumuna ışık tutacak deneyimlerini konuşuyoruz.

Sayın Akyalı, 1983 yılında federasyon başkanlığına aday olmaya karar vermenizde hangi nedenler etkili oldu?

Aslında bu karar bir planın sonucu değil, bir sorumluluk duygusunun yansımasıydı. Görevi benden önceki başkan Dr. Ata Erim’den devraldım. O andan itibaren hem mühendislik kariyerime hem de Türk toplumuna karşı sorumluluklarıma aynı ciddiyetle devam ettim. Ben mühendislik kariyerimi sürdürüyordum ama federasyon başkanlığı, toplum adına aldığım bir görevdi. Seçimi kazandığımda bunu sadece bir unvan değil, bir misyon olarak gördüm.

O dönemde Ermeni teröründen kaynaklı ciddi bir güvenlik endişesi taşıdığınızı kitabınızda anlatıyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?

1973’ten itibaren Ermeni teröristlerin Türk diplomatlarını hedef alması bizleri de doğrudan etkiliyordu. Federasyon olarak miting düzenlemek, Türk tezini savunmak ciddi bir cesaret gerektiriyordu. Federasyon olarak “Uluslararası Terörizmi Lanetleme Mitingi” düzenledik. Amacımız sadece Ermeni terörünü değil, her türlü terörü lanetleyen bir duruş ortaya koymaktı. Bu süreçte şahsi bir tehdit yaşadığımı düşündüm. Bir gün, evde yalnızken gelen o esrarengiz telefon, beni oldukça tedirgin etti. Arayan kişi, oğlumla sık gittiğim parktaki varlığımı teyit etti ve kapattı. O an, bu işin ne kadar ciddi olduğunu fark ettim.

FBI’la yaptığınız görüşme nasıl geçti? Koruma konusunda size neler önerdiler?

Yaşadığım olay beni oldukça tedirgin etmişti. Eşim Lili’nin ailesinin evine birkaç günlüğüne sığındım. Sonra geç de olsa FBI’a başvurdum. FBI ajanları yaptığımız görüşmede daha çok kim olduğumu anlamaya çalıştılar. Sosyal sigorta numaramdan boş zamanlarımda neler yaptığıma kadar birçok soru sordular. Güvenlik için bana verdikleri önerileri mi? Sadece “Her gün eve farklı yollardan dön” dediler. Beklediğimden çok daha genel geçer ve zayıf bir öneriydi açıkçası.

O yıllarda düzenlediğiniz “Uluslararası Terörizmi Telin Mitingi” toplumda nasıl bir karşılık buldu?

Büyük bir heyecanla organize ettik. Amacımız sadece Ermeni terörünü değil, tüm terörü lanetleyen bir duruş sergilemekti. Katılım çok yüksekti. Her dernek kendi pankartıyla geldi, halk coşkuyla yürüdü. Bu yürüyüş, bir dönüm noktasıydı. Türk toplumu o gün birlikte olduğunu, güçlü olduğunu gösterdi.

Sizce federasyonun en temel taşı nedir?

Derneklerdir. Onlar olmadan federasyon olmaz. Ben de başkan seçildikten sonra dernek başkanlarının yeterince temsil edilmediğini görünce konsolosluk düzeyinde bunun mücadelesini verdim. Bir kokteyle yalnızca federasyon başkanı davet edilince, diğer dernek başkanları da çağrılmazsa ben de gelmem dedim. Bu tavrım sonrası tüm başkanlar davet edildi. Federasyon halkın sesi olacaksa, halkı oluşturan dernekleri asla unutmamalı.

Halkla ilişkilerde geliştirdiğiniz yenilikler toplum tarafından nasıl karşılandı?

Çok olumlu karşılandı. Aylık toplantılar öncesi katılımı artırmak için pizza-kola ikramı küçük ama etkili bir adımdı. Adeta alkolsüz bir “happy hour” havası. İnsanlar gelmeye, sohbet etmeye, kaynaşmaya başladı. Sekreter-telesekreter sistemi ise bilgiye ulaşımı kolaylaştırdı. Derneklerin faaliyetleri halka daha hızlı ve şeffaf biçimde ulaştı. Bu, federasyonun halkla bağlarını kuvvetlendirdi. Federasyon adına Radyo yayını başlatarak Türk toplumuna düzenli olarak seslenme fırsatı bulduk. Bu yayınları gönüllü olarak yürüten arkadaşım Erol Gürün’dü.

“Turkey” yerine “Turkia” demeyi önerdiğinizi anlatıyorsunuz. Bu girişiminiz neden destek bulmadı sizce?

Ben yıllar önce Türkiye’nin İngilizce karşılığının “Turkia” olması gerektiğini savundum. “Turkey” İngilizce’de hindi demek ve bu, çocuklarımız için bile alay konusu oluyordu. Bu konuda bir yazım New York Times’ta da yayınlandı. Ancak o dönem büyükelçimiz Coşkun Kırca’dan destek göremedim. Neyse ki yıllar sonra bu yönde bir adım atıldı ve artık resmi yazışmalarda “Türkiye” kullanılıyor. Ama ben hala, “Turkia” gibi anlam olarak daha uygun bir ismin resmi kayıtlara geçmesini savunuyorum.

Peki, Türk Günü Yürüyüşü nasıl ortaya çıktı?

Aslında başlangıçta bir “terörü lanetleme” mitingi olarak organize ettik. 23 Nisan’a denk gelen o günde 5. Cadde’de dev bir kalabalık yürüdü. Polis sayımıza 6000’in üzerinde dedi. Bu büyük katılım bize şunu gösterdi. Bizim de sesimiz var! Bu başarıdan sonra, yürüyüşü bir gelenek haline getirme fikri oluştu. 1983 yılında Belediyeye resmi başvuruda bulundum. Olumlu yanıtı 1983 Kasım ayında aldım. Böylece Türk Günü Yürüyüşü doğdu. İlk Türk Günü Yürüyüşü benden sonra ki 1984 yılı Federasyon Başkanı Erol Gürün zamanında gerçekleşti.

İlk büyük yürüyüşte yaşanan coşku, sizin için ne ifade ediyordu?

59. sokaktan başlayan yürüyüşte arkamıza dönüp baktığımızda sonu görünmeyen bir kalabalık vardı. 6000’den fazla kişi katıldı. Türk ve Amerikan bayrakları, marşlar, afişler… New York’un göbeğinde Türk’ün sesi yükseliyordu. Bir toplumun ayağa kalktığı gündü adeta. O gün bizim için hem bir gurur, hem de başlangıçtı.

Bu yürüyüşler ne gibi katkılar sağladı sizce?

Türklüğü Amerika’da görünür kıldık. “Biz de buradayız” demek kadar, kültürümüzü tanıtmak, birlikteliğimizi hissettirmek, genç kuşaklara kimlik aşılamak için de önemliydi. Hem eğlence, hem mesaj, hem de birlik zamanıydı. Ve en önemlisi: Bu yürüyüşler artık bir gelenek oldu. Bugün Türk Günü Yürüyüşü ve Festivalini televizyonda izlediğimde hala gururlanıyorum.

Sosyal etkinlikler ve festivaller, toplum içinde nasıl bir bağ kurdu?

Toplantıların ardından düzenlenen yemekler, sohbetler, Türk Günü Yürüyüşü’nün sonunda yapılan yiyecek-müzik festivalleri insanlar arasında büyük bir duygusal bağ yarattı. Amerika’da yalnız olmadığımızı hissettik. Vatan hasreti, o sofraların etrafında paylaşıldı. Federasyon toplantılarına “ilaç gibi geliyor” diyen dostlarımın sözleri hala kulaklarımda.

Görev sürenizin sonunda tekrar aday olmamayı seçtiniz. Geriye dönüp baktığınızda bu görevin size kattığı en büyük şey neydi?

Bu görev gönüllülük esasıyla yürütülmeli. Sırası gelen elini taşın altına koymalı. En büyük kazanım, birlik duygusunun nasıl inşa edileceğini öğrenmekti. Sorumluluğu benden sonra federasyon başkanlığına seçilen Erol Gürün gibi bir dosta devrettim. Görevler gelip geçici ama geride bırakılan iz kalıcıdır. Ben o izlerin bir parçası olmaktan, bu toplum için bir tuğla koymaktan her zaman onur duydum. Şimdi geriye dönüp baktığımda, topluma hizmet ettiğim o günleri büyük bir onurla hatırlıyorum.

 

Dinçer Akyalı’nın anlattıkları, yalnızca bir dönemin tanıklığı değil, aynı zamanda Türk toplumunun Amerika’daki varoluş mücadelesine dair çok kıymetli bir hafızadır. Bugün bu röportajı yaparken, yalnızca geçmişi hatırlamakla kalmadık, aynı zamanda geleceğe dair ilham aldık. Sayın Dinçer Akyalı’ya, Türk toplumu adına yürüttüğü çalışmalar ve bu değerli anıları paylaştığı için bu içten ve samimi paylaşımları için teşekkür ediyor, Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu’na ve bu topluma gönül vermiş tüm isimlerin anılarını yaşatmaya devam edeceğimizi bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Bu noktada, geçmişle bugünü buluşturan önemli bir köprü görevi üstlenen Federasyon Başkanı Gülay Aydemir’e de özel bir teşekkür borçluyuz. Gerek Dinçer Akyalı’ya duyduğu vefayla, gerekse Türk toplumunun birlik ruhunu yeniden güçlendirmeye yönelik kararlı çalışmalarıyla, hem tarihimize sahip çıkıyor hem de geleceğe güvenle bakmamıza vesile oluyor. Unutulmamalıdır ki; güçlü bir gelecek, hatırlanan ve sahip çıkılan bir geçmişle mümkündür.