Ermeni Sorunu Üzerine


  • Oluşturulma Tarihi : 16.06.2025 10:44
  • Güncelleme Tarihi : 16.06.2025 10:44

Üzerinden uzun yıllar geçmiş olmasına ve dönemin Osmanlı belgelerinin büyük bir çoğunluğu yayınlanmış olmasına rağmen, kendi yazdıklarının dışında hiçbir şeye inanmamayı tercih eden Ermeni milliyetçilerinin, batılı toplumlar  özellikle dönemin İtilâf Devletleri olarak anılan ülkelerin kamuoyunda (İngiltere, Fransa, Rusya ve daha sonra ABD’nin de dahil olduğu Müttefik Devletler topluluğu)  I. Dünya Savaşı yıllarındaki yoğun propagandanın ortaya çıkardığı Türk aleyhtarı havayı ustaca kullanarak geliştirdikleri “Ermeni Katliamı” iddialarına kısaca dokunmakta fayda vardır. Zira, bu hakikatlere ters iddialar hem hiç layık olmadığı halde Türk milletini rencide etmekte ve hem de önemli bir kısmı Türkiye’den veya Osmanlı döneminde Türkiye sınırları içinde bulunan topraklardan göç ederek bu günkü Ermeni Diasporasını oluşturan ancak Taşnakçıların propagandalarının etkisindeki kuşakların Türkiye ve Türkler hakkındaki son derece olumsuz tavırlarına yol açmaktadır. Daha da ilginci 1960’lı yılların sonlarından başlayarak geleneksel Ermeni tedhiş metotlarıyla yeniden gündeme getirilen bu iddiaların, yeni Türk kuşaklarının kafasını bulandırmış olmasıdır.

Osmanlı “millet sistemi” içinde 1876’ya kadar istisnasız bütün gözlemcilerin ifade ettikleri gibi imparatorluğun en sadık gayrı müslim tebaasını oluşturmaktaydılar. Osmanlı devletinin zayıflamasıyla birlikte, Batılı Büyük Güçler’in takip ettikleri Türkleri Avrupa ve Anadolu’daki topraklarından çıkararak Orta Asya’daki yurtlarına sürmek şeklinde özetlenebilecek politikalar doğrultusunda kullanmak üzere Ermenileri tahrik etmeleri, bir dizi üzücü olayın ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Öncelikle, I. Dünya savaşında 2 milyon Ermeni’nin Türkler tarafından katledildiğine ilişkin iddialar gerçeği yansıtmamaktadır. Türkiye’deki toplam Ermeni nüfusuna ilişkin bilgiler bu iddiayı açıkça geçersiz kılmaktadır. Türkiye’deki Ermeni nüfusu:

A-Ermeni Kaynaklarına Göre

Ermeni tarihçisi Basmaciyan 2.380.000’i Türkiye’de olmak üzere dünyadaki toplam Ermeni nüfusunu 4.160.000 olarak göstermektedir. Y. Topciyan 1909’da doğudaki 9 vilayette yaşayan Ermeni nüfusunu A. Vambéry’ye dayanarak 1.131.125 olarak vermektedir. Kevork Aslan 1914’de Türkiye’deki toplam Ermeni nüfusunu 1.800.000 olarak göstermektedir.

B-Yabancı Kaynaklara Göre

Marcel Leart (Ermeni Patrikhanesinin kayıtlarına göre)

1913’teki Ermeni nüfusu: 2.560.000

V. Cuinet                               1.743.352

C- Osmanlı Kaynaklarına Göre

Gregoryen Ermeni                                                                          1.161.169

Katolik Ermeni                                                                                      67.838

Protestan Ermeni                                                                                 65.844

TOPLAM                                                                                          1. 294.851

Görüldüğü gibi rakamların en abartılı olanında dahi Türkiye’deki toplam Ermeni nüfusuna ilişkin rakamlarla, katliam iddiaları arasında tutarlı bir ilişki kurmak mümkün değildir.

I. Dünya savaşına kadar Taşnaksutyun ve Hınçak gibi çeşitli ihtilâlci cemiyetler kurarak kendi halklarını hiçbir yerde çoğunlukta olmadıkları Anadolu’da bir maceraya sürüklemeye ve Batılı güçlerin kontrolü ve koruması altında olacak bir Ermenistan kurmaya çalışan Ermeni milliyetçilerinin çoğunlukta olduklarını iddia ettikleri Doğu Anadolu Vilâyetlerindeki nüfus istatistikleri ise 1914 yılı başında şöyledir:

VİLAYETLER

GENEL NÜFUS

ERMENİ NÜFUSU

Bitlis

437.479

119.134

Diyarbakır

616.825

73.226

Erzurum

815.432

136.618

Mamüretülaziz

538.227

87.826

Sivas

1.169.443

154.744

Van

259.141

67.792

Urfa

170.988

18.370

Kayseri

263.074

52.192

Maraş

192.555

38.433

Yani neresinden ve kimin gözüyle bakılırsa bakılsın I. Dünya savaşının başlarında, Anadolu’da Van merkezi hariç olmak üzere –ki, burada da genel nüfus içinde azınlık durumundadırlar- Ermenilerin Türk ve Müslüman nüfusa yaklaştıkları dahi söylenemez. 

Ermeni Meselesi’nin ortaya çıkışına gelince: 1877-78 savaşında Rusya karşısındaki ağır yenilginin sonunda Osmanlı Devleti, Sırbistan’ın bağımsızlığını tanımak ve Bulgaristan’a muhtariyet vermek zorunda kalmıştı. Ermeni Patrik’i Narses 1878’de Ayastefanos Anlaşması ile ilgili görüşmeler başladığında Grandük Nikola’dan Anlaşmaya Ermeniler için de bir hüküm konulmasını sağlamak maksadıyla karargâhına giderek tavassut talebinde bulundu. Anlaşmanın 16. Maddesi, Doğu Anadolu’da Ermenilerin yoğun olarak bulundukları yerlerde, onların hayat şartlarının iyileştirilmesi ve bu amaçla yapılacak ıslahatların tamamlanmasından sonra buraların boşaltılacağı kaydediliyordu. Ermeni Kilisesinin beklediği ise bağımsız bir Ermenistan kurulması idi. Nitekim aynı taleple bu defa İngilizlere baş vuran Patrik Narses, kurulacak Ermenistan’ın “...Van ve Sivas Paşalıkları ile Diyarbakır Vilâyetinin büyük kısmını içine alacak eski Kilikya Krallığı’nın arazisi...” olacağını söylüyordu. Eğer bu taleplere kulak asılmazsa “...Ermeni halkının Türk idaresine karşı toptan ayaklanacağını...” da eklemeyi unutmuyordu. Ayastefanos Anlaşmasını değiştiren Berlin Kongresinde Eski Patrik Hrimyan ile Başpiskopos Horen Narbey hazırladıkları ve sundukları taleplere destek bulamadılar. Ancak, bu meseleyi Osmanlı Devleti’nin iç işlerine müdahale sebebi olarak gören batılılar Berlin Anlaşmasının 16. Maddesini bu hususa ayırdılar. Maddenin metni şudur: “Bâbıali, Ermenilerin oturdukları vilâyetlerin mahalli şartları dolayısıyla muhtaç oldukları ıslahat ve düzenlemeleri gecikmeden yapmayı ve Kürtlerle Çerkezlere karşı emniyet ve huzurlarını korumayı taahhüt eder ve bu konuda alacağı tedbirleri sırası geldikçe devletlere tebliğ edeceğinden, adı geçen devletler bu tedbirlerin uygulanmasına nezaret edeceklerdir.”

İşte Patrikhane’nin ve Ermeni din adamlarının öncülüğünde gündeme getirilen bu talepler bir sonuç vermeyince, 1878’den itibaren Ermeni milleti tahrik edilerek bir dizi isyan geliştirildi. Osmanlı bürokrasisinin “Ermeni Patırtısı” olarak adlandırdığı bu olayların 1914’de I. Dünya Savaşı’nın başladığı tarihe kadar Müslümanlarla Ermeniler arasındaki güveni ortadan kaldırması ise tabii karşılanmalıdır.

Bu faaliyetler iki İhtilâlci Ermeni örgütü olan Hınçak ve Taşnaksutyun Cemiyetlerinin öncülüğü ve baskıları arasında yürütülmüştür. Taşnaksutyun Cemiyeti’nin 1892’de tespit edilmiş olan programı konuyu anlamak bakımından hayli aydınlatıcıdır. Bu programa göre:

* Çeteler teşkil etmek ve onları faaliyete hazırlamak,

* Her yola başvurarak Ermeni halkının maneviyatını ve ihtilalci faaliyetini artırmak,

* Halkı silahlandırmak için her yola başvurmak,

* İhtilâl Komiteleri teşkil edip, aralarında sıkı irtibatı temin etmek,

* Kavgayı teşvik etmek ve hükümet yetkililerini, muhbirleri, hainleri soyguncuları yıldırmak,

* İnsan ve silah nakliyatı için ulaştırmayı sağlamak,  

* Hükümet müesseselerini yağmalamak ve harap etmek, Cemiyet’in ana gayeleri olarak hükme bağlanıyordu.

Adı geçen ihtilâlci Ermeni örgütlerinin baskıları ve Ermeni kilisesinin desteğiyle girişilen bir dizi ayaklanmayı organize edenlerle daha muhalefet yıllarında irtibata geçen ve onları kazanmaya çalışan İttihatçılar, 1908’den sonra harcadıkları çabalara rağmen Ermeni ihtilalcilerini ikna edemediler. I. Dünya Savaşının hemen öncesinde Erzurum’da yapılan bir görüşmede anlaşmaya varılmış gibiydi.

Ancak savaşın daha başlarından itibaren Ermeniler Rusya’da oluşturdukları gönüllü taburlarıyla Türk ordularıyla savaşmaya ve Türkiye içinde de çeteler kurarak cephe gerisini zayıf düşürmeye başladılar. 1915 Şubat’ında başlayan ve Van, Muş ve Bitlis vilayetlerinde Müslüman ahalinin hunharca katledilmesi ile gelişen olaylardan sonra İttihat ve Terakki hükümeti harekete geçti ve 24 Nisan 1915’te İstanbul’da ihtilalci faaliyetlere öncülük ettikleri bilinen, 2345 Ermeni tutuklandı. İşte Ermenilerin her yıl katliam tarihi diyerek gösteri yaptıkları tarih, bu tutuklama gününün yıldönümüdür. 27 Mayıs 1915’te (eski takvimle 14 Mayıs 1331) Meclis tarafından kabul edilen ve 1 Haziran’da Takvim-i Vekayi’de yayınlanarak yürürlüğe giren Tehcir Kanunu çıkarıldı. Bu kanun askeri makamlara “...Savaş zamanında, hükümetin emirlerine, memleketin savunmasına ve asayişin korunmasına yönelik uygulama ve tedbirlere karşı çıkarak, silahla saldıran ve mukavemet edenleri anında tedibe ve imhaya yetkili...” kılmaktaydı. Kanunun 2. Maddesi de “...Casusluk ve ihanetleri hissedilen köy ve kasaba ahalisinin tek tek veya topluca diğer bölgelere sevk ve iskân ettirilebileceği...” hükmünü getirmektedir. Görüldüğü gibi, yasada herhangi bir millet adı geçmemektedir. 15 Eylül 1915’te Meclisin aldığı bir kararla bu kanuna dayanılarak, savaş mıntıkalarında oturan bir kısım Ermenilerin Ordunun harekâtını zorlaştırdığı, halka saldırdığı ve asilere yataklık yaptığı tespit edildiğinden Van, Bitlis, Erzurum vilâyetleri ile Adana, Mersin, Kozan, Cebel-i Bereket (Osmaniye) kazaları, Maraş’ın merkezi hariç Maraş Mutasarrıflığı, Halep vilâyetinde, Beylan, İskenderun, Antakya kazalarında yerleşik Ermenilerin yerleri değiştirilecektir. Bunlar Musul ve Zor Mutasarrıflıklarının, Van vilâyetiyle bitişik Kuzey kısımlarına, Halep vilayetinin doğu ve güneydoğusuna, Suriye vilâyetinin doğusuna nakledileceklerdir. Ayrıca gittikleri yerde Müslüman nüfusun %10’unu geçmemelerine, kurulacak köylerin her birinin 50 haneden fazla olmamasına dikkat edilecektir. Göçmenlerin bütün ihtiyaçları yerleşme işi bitene kadar hükümet tarafından sağlanacak, mesken inşaatı ve ziraat için ihtiyaçlarının karşılanmasına da dikkat edilecekti. 1918’e kadar Örfi İdare Mahkemeleri tarafından anılan sebeplerle yargılanan ve idam dahil çeşitli cezalara çarptırılanların toplamı 1.397 kişidir. Dahiliye Nezaretinin 7 Aralık 1916’da hazırladığı bir raporda tehcire (yer değiştirmeye) tabi tutulanların toplamı 702.900 kişi olarak belirtilmektedir. İşte Türk aleyhtarı propagandanın konusu da bu yer değiştirme sırasında Ermenilerin katliama tabi tutuldukları ve bu sayının da 2 milyonu bulduğudur. Bu rakamlar zaman içinde giderek artmaktadır. 1915’de 300.000’den başlayan rakam 1980’lerde 2 milyonu bulmuştur. Bir nüfusun zaman içinde artışı tabii olmakla beraber, belirli bir zamanda ölmüş kişilerin sayılarının seneler geçtikçe artması herhalde sadece bu olaya özgü bir olağanüstülüktür. Oysa Milletler Cemiyeti Göçmenler Komitesi I. Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’den Rusya’ya göç eden Ermenilerin sayılarını 400-420.000 olarak vermekte, İstanbul Ermeni Patriği mütarekeden sonra yerlerine dönenler de dahil olmak üzere Ermenilerin sayısını 625.000 olarak açıklamaktadır. Bu durumda savaş sırasında ölen Ermenilerin sayıları da 300.000 rakamına yaklaşmaktadır. Bu da sistemli bir katliamın değil, savaşın bir sonucudur.

I. Dünya savaşında Türk kuvvetlerinin cephelerdeki insan kaybı 1 milyona yaklaşmıştır. Ancak, içeride çeşitli salgın hastalıklardan, gıdasızlıktan ve askerlikle ilgisi olmadığı halde Ermeni ve Rum çetelerinin saldırılarından ölenlerin sayısı ise 2 milyonu aşmaktadır. Bunlar kimsenin hatırına gelmemektedir. Ama unutmamak gerekir ki I. Dünya Savaşında Türkiye’nin savaştığı milletler arasında Ermeniler de vardı ve Türk hükümetinin cephelerin güvenliği ve asayiş bakımından bu kararları almaya hukuken hakkı ve yetkisi vardı. Tehcir sırasında ihmalleri görülen veya kafilelere saldıranlar titizlikle takibata alınmış ve yakalananlar mahkemelerde yargılanarak idam da dahil olmak üzere çeşitli cezalara çarptırılmışlardır. Meşru bir hükümetin yapabileceği de bundan ibarettir.

Bu hususta son olarak şunları söyleyebiliriz: Emperyalist hırslar için her birinin kendi dünyaları, kendi sevgi ve özlemleri olan insanların tek tek bir önemi yoktur. Esas tehlike emperyalizmin oyuncağı olarak kendi insanlarını acılara sürüklemekten çekinmeyen gafillerden gelmektedir. Dinleri ayrı olmasına rağmen yüzyıllarca barış içinde yaşamış olan Türklerle Ermenileri karşı karşıya getirenler ihtilalci Ermeni çeteleri olmuştur.

Bu durumun günümüzde devam eden yansımaları ise başlı başına bir inceleme konusudur.

Ermeni Sorunu Üzerine
Prof.Dr. Mehmet Derviş Kılınçkaya
Yazarımız Kim ?

Prof.Dr. Mehmet Derviş Kılınçkaya