İran ile İsrail arasında patlak veren son çatışma, dünyayı yeni bir savaşa sürükleme tehlikesi taşırken, devreye ABD Başkanı Donald Trump girdi. Birçok kişinin tahmin edemeyeceği bir hızda kararlar aldı ve sadece 12 gün süren bir askeri sürecin sonunda taraflar arasında ateşkes sağlandı. Bu gelişme, Trump’ın dış politikadaki etkili müdahalesi olarak tarihe geçti.
ABD istihbaratı ve bazı yetkililer, İran’a yönelik askeri operasyonlara karşı çıkıyordu. Bu gruplar, Amerikan sisteminde genellikle “derin devlet” olarak adlandırılır. Ancak Trump, onların itirazlarına rağmen İran’daki nükleer tesislere doğrudan hava saldırısı emri verdi.
Trump, kararında netti. Ya İran geri adım atacak ya da daha büyük bir çatışma başlayacaktı. Bu kararlılıkla yürütülen operasyon, İran’ın nükleer altyapısına ciddi zarar verdi.
Operasyonun zamanlaması oldukça hızlıydı: İlk gün Fordow ve Natanz tesislerine hava saldırısı yapıldı. İki gün sonra Katar üzerinden İran’a mesaj gönderildi: “Ateşkes için masaya oturun, yoksa saldırılar devam eder.” 12. gün sonunda ise İsrail ve İran, Katar’ın arabuluculuğunda Doha’da ateşkes protokolü imzaladı.
Trump’ın taktiği, kısa sürede güçlü bir askeri baskı kurmak ve ardından diplomasiyle çözüm üretmekti. İran’ın nükleer çalışmaları aylarca geriye itildi. Trump, bu başarıyı seçim kampanyasında güçlü bir koz olarak kullandı. ABD-İran arasındaki yeni müzakerelerin kapısı açıldı.
Trump’ın bu
Değerli Türkses okurları,
Amerikan kamuoyu ve Türk medyasında son günlerde yer alan Başkan Donald J. Trump ile teknoloji milyarderi Elon Musk arasındaki söz düellosuna tanıklık etti. Kimi medya organları bu gerilimi bir güç savaşı olarak yorumlarken olayın derinine inildiğinde aslında çok daha stratejik bir çekişme olduğu görülüyor. Herkesin unuttuğu Başkan Trump cephesinden bakıldığında ise bu atışma yalnızca bireysel bir çatışma değil değerler duruş ve millet odaklı politika ile küresel çıkar oyunları arasındaki farkı gözler önüne seren bir tablo.
Peki bu tartışmanın Türkiye’ye nasıl bir yansıması olur?
Amerika Birleşik Devletleri son yıllarda ekonomik dalgalanmaların sıkça yaşandığı bir dönemden geçti. Ancak bu süreçte bazı dikkat çekici toparlanma sinyalleri de görüldü. Bu sinyallerin önemli bir bölümü, Başkan Donald J. Trump’ın uyguladığı ekonomi politikalarıyla doğrudan ilişkilendiriliyor.
Trump’ın ikinci dönemine ekonomik toparlanma hedefiyle başlaması, piyasalarda güven tazelenmesini beraberinde getirdi. İlk etapta vergi reformları ve orta sınıf ile küçük işletmelere yönelik indirimler, tüketici harcamalarını ve yatırım eğilimlerini hızlandırdı. Amerikan sanayisinde üretimin yeniden artışa geçtiği, istihdam oranlarının olumlu yönde seyrettiği bir dönem yaşandı.
Enerji politikalarında ise yerli kaynaklara yönelim belirgin bir tercih oldu. Enerji fiyatlarının düşmesiyle birlikte tüketici üzerindeki baskı azaldı ve enflasyonla mücadelede önemli mesafeler alındı. Bu yaklaşım, ABD’nin enerji bağımsızlığına vurgu yapan bir döneme işaret etti.
Dış ticaret politikalarında “Önce Amerika” söylemi öne çıktı. Trump yönetimi, bazı ticaret anlaşmalarını yeniden müzakere ederken, özellikle Çin ile yürütülen görüşmelerde daha korumacı bir tutum sergiledi. Bu tutumun bazı sektörlerde koruma sağladığı, ancak uzun vadeli etkilerinin tartışmalı olduğu da bir gerçek.
Son olarak Orta Doğu ülkeleriyle imzalanan kapsamlı ticaret ve savunma anlaşmaları, ABD'nin dış politika ile ekonomik çıkarlarını harmanladığı bir hamle olarak kayıtlara geçti. Savunma, enerji, dijital altyapı gibi birçok alanda milyarlarca dolarlık yatırım ve iş birliğini kapsayan bu anlaşmalar, ekonomideki toparlanmayı destekleyecek nitelikte.
Elbette tüm bu adımların kalıcı etkileri zamanla daha net görülecek. Ancak bir gerçek var ki; ekonomik iyileşme yalnızca rakamlarla değil, aynı zamanda güven ortamıyla sağlanır. Trump’ın uygulamaları bazı kesimler tarafından eleştirilse de, yatırımcı güveni ve piyasa refleksleri açısından etkili olduğu görülüyor.
Bugün ABD ekonomisi yeniden toparlanma yolunda ilerliyor. Bu süreci anlamak için bireysel siyasal beğenilerden bağımsız olarak, uygulanan politikaların sonuçlarına odaklanmak gerekiyor. Çünkü ekonomik refah, sadece liderlerin değil, aynı zamanda doğru politikaların da eseridir.
Dünya, stratejik iş birliklerinin kaçınılmaz hale geldiği yeni bir döneme giriyor. Bu süreçte en dikkat çekici gelişmelerden biri, ABD’nin 45. Başkanı Sn. Donald J. Trump ile Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında yeniden kurulan yakın ve samimi diyaloğun işaretleridir.