Atilla Pak
İlkses Gazetesi Yazarımız

TÜRKSES Gazetesi Amerika Temsilcisi Atilla Pak

Yazarın Köşe Yazıları

Biz birbirimize ne zaman sırtımızı dönmeyi öğrendik?

New Jersey’de, sıradan bir pazar sabahı. Tanıdık bir sima görmenin huzuruyla masaya oturuyorsunuz. Kahvaltı sofrasında, göz göze geldiğiniz bir hemşehrinizin gözlerinde umut görmek istersiniz. Bir tebessüm, bir selam, bir gönül bağı. Ama daha ilk yudum kahve bitmeden, sofranın üzerine bir dedikodu düşüyor. Sözcükler, kişi adları üzerinden değil, doğrudan karakter katli üzerinden akıyor. Sanki yıllar önce ülkesinden sürülmüş bir halkın hikayesi yeniden sahneleniyor: Böl, ötele, unut.



ABD’de göçmenlere karşı sistematik adaletsizlik: New York ve New Jersey’den yükselen gerçekler

Amerika Birleşik Devletleri, göçmen emeği üzerine kurulmuş bir ülke. Bu, romantik bir tarih anlatısı değil, ekonomik ve sosyolojik bir gerçek. Ancak bugün, aynı göçmenler sistematik adaletsizliğe maruz kalıyor. Özellikle New York ve New Jersey gibi göçmen nüfusunun omurgayı oluşturduğu bölgelerde bu çelişki daha görünür hale geldi. Hem çalıştırılan hem dışlanan, hem sırtına yük bindirilen hem de görmezden gelinen bir topluluktan bahsediyoruz.
ABD Nüfus Bürosu’nun 2024 tahminlerine göre, New York Eyaleti’nin toplam nüfusu yaklaşık 19,5 milyon, New Jersey’nin ise 9,3 milyon civarında. Bu iki eyalet, göçmen yoğunluğunun en yüksek olduğu bölgeler arasında yer alıyor. New York’ta nüfusun yaklaşık %23’ü, New Jersey’de ise %22’si yabancı doğumlu. Yani bu iki eyalette toplamda yaklaşık 6,5 milyon göçmen kökenli insan yaşıyor. Sadece New York City özelinde bakıldığında, göçmenler toplam işgücünün %44’ünü oluşturuyor. New Jersey’de bu oran bazı şehirlerde %50’nin üzerine çıkıyor. Bu topluluk, yılda 32 milyar dolardan fazla vergi ödemesine rağmen, sağlık, eğitim, barınma gibi temel alanlarda hala ciddi engellerle karşı karşıya. Amerikan siyasetinde göçmen konusu, gerçek sorunları çözmek yerine popülist ajandalarla araçsallaştırılan bir başlık haline geldi. Özellikle 2024 seçimlerinden sonra yeniden alevlenen “sınır güvenliği” ve “kitlesel sınır dışı” söylemleri, göçmenleri potansiyel suçlu gibi gösterme eğilimini artırdı. Oysa istatistikler tam tersini söylüyor: Göçmenlerin suça karışma oranı yerli nüfusa kıyasla daha düşük. Ancak bu veriler çoğu zaman siyasi rant için görmezden geliniyor.
New York ve New Jersey eyaletleri, göçmenlere yönelik “sanctuary” politikalar geliştirse de bu yaklaşım çoğu zaman sembolik kalıyor. Yerel düzeyde bazı belediyeler örnek adımlar atıyor: Jersey City’deki “Municipal ID” uygulaması, belgesiz göçmenlere temel hizmetlere erişim imkanı sunuyor. Ama bu girişimler topyekûn bir çözümden çok uzak. Paterson, Clifton ve Union City gibi yerlerde yaşayan Türk, Arnavut, Latin ve Arap kökenli göçmenlerin en büyük ortak sorunları barınma, sağlık ve hukuki destek eksikliği. Bu eksikliklerin temelinde ise federal desteğin yokluğu ve siyasi irade yetersizliği yatıyor. Türk toplumu da dahil olmak üzere tüm göçmen gruplar artık yalnızca kültürel organizasyonlarla yetinmemeli. Hukuki danışma merkezleri, siyasi lobi grupları, seçimlerde oy kullanma kampanyaları ve ekonomik dayanışma ağları oluşturulmalı. Göçmen toplulukların 'gönüllü sessizliği' artık bu sistemin zeminini oluşturuyor. Bu sessizlik kırılmalı. Çünkü bu ülkeye yalnızca vergi değil, ruh da katıyoruz.
Amerika bugün yalnızca ekonomik değil, vicdani bir testten geçiyor. İnsan haklarının merkezinde yer aldığı söylenen bir ülke, en çok yükü taşıyanlara en az hakkı tanıyorsa burada bir çarpıklık vardır. Ve bu çarpıklık, New York’un gökdelenlerinde değil, göçmen çocukların hayallerinde, hasta annelerin çaresizliğinde, iş cinayetlerinde hayatını kaybedenlerin suskunluğunda yankılanıyor. Ama bu çarpıklığı düzeltmek bizim elimizde. Sessizliği dayanışmayla, çaresizliği örgütlenmeyle aşabiliriz. Artık kültürel derneklerle sınırlı kalmayan, hukuki danışma merkezlerinden oy kullanma seferberliklerine uzanan bir göçmen dayanışması inşa etmenin zamanıdır. Hak aramak bir lütuf değil, varoluşun kendisidir. Çünkü biz bu ülkenin yükünü taşıyanlarız. 
42. kez Türk Günü Yürüyüşü’nü hayata geçiren Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu’na sadece bir teşekkür değil, bir saygı duruşu borçluyuz. Türk Günü Yürüyüşü, mali yük, gönüllü eksikliği, baskılar, kıskançlıklar ve hatta içeriden gelen kösteklere rağmen bu geleneği sürdürmeyi başardı. Bu yürüyüş, yalnızca bir organizasyon değil, bir halkın belleğidir. Caddelerden taşan sadece marşlar değil, yılların emeği, inancı ve direncidir. Ayrıca bu yılki yürüyüş, göçmen toplulukların Amerika’daki görünmez emeğini, kimlik mücadelesini ve dayanışma ruhunu bir kez daha kamuoyunun dikkatine sundu.
Özellikle TADF’nin ilk kadın başkanı olarak bu zorlu yürüyüşe dirayetle liderlik eden Sayın Gülay Aydemir’e, gösterdiği kararlılık ve sarsılmaz duruş için ayrıca teşekkür etmek gerekir. O, sadece bir yürüyüşe değil, bir geleneğe sahip çıktı. 


Teşekkürle Başlayalım...

Bu anlamlı yürüyüşlerin, kültürel festivallerin ve toplumsal birlikteliklerin ardında yalnızca bir program değil, bir inanç ve emek vardır. Başta Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu Başkanı Sayın Gülay Aydemir olmak üzere, gece gündüz demeden çalışan kıymetli İcra Kuruluna, özveriyle omuz veren Yönetim Kuruluna ve tüm derneklere teşekkür ederiz. Ayrıca, bu faaliyetlerin gerçekleşmesini sağlayan maddi destekçilere, sponsorlara ve taşın altına elini koyan tüm dostlara minnettarız. 
Unutulmamalıdır ki, bir toplumu ayağa kaldıran hem inançtır, hem imkândır.
Türk Günü’nün ardındaki ruh, New York’un gökdelenleri arasında al bayrak göğe yükselirken, sadece bir geçit değil, bir milletin hafızası yürüyor. Bu yürüyüş, geçmişte emek ve destek verenlerin mirasını, çocuklarımızın kimliğini ve bizim kararlılığımızı temsil eder.
Her adımda yankılanan “Biz buradayız!” sesi, sadece kalabalığın değil, bir aidiyetin ve varoluşun sesidir. Bu bir gün değil, bir hafıza, bir sahiplenme, bir millet ilanıdır. Türk Günü Yürüyüşü, hiçbir partiye ait değildir. Ne bir siyasi grubun, ne bir şahsın, ne de geçici heveslerin sahnesi olamaz. Bu yürüyüşte yer almak demek, Atatürk’ün emanetine sahip çıkmak, şehitlerin ruhuna selam vermek, Edirne’sinden Karslısına kadar her yüreği bir görmek demektir.
Amerika’da her şey parayla dönüyor, derler. Ama biz biliriz ki bazı işler yürek ister. Dernekçilik, maaşla değil; duruşla yapılır. Bir masa kurup herkese eşit davranmak, bir bayrak taşırken onun yükünü değil, şerefini hissetmektir. 
Bu yürüyüşte adı anılmayan, madalya almayan ama adanmışlığıyla bu millete hizmet eden yüzlerce kahraman var. İşte bu yazı, o adsız kahramanlara bir selamdır. 
Burada doğan çocuklarımız artık iki kimlikle büyüyor: biri pasaportta yazan, diğeri kalbinde atan. Kimliklerini kaybetmemeleri için Türkçeyi öğretmeye, tarihimizden bahsetmeye çalışıyoruz. Ama bu kolay değil. Bu topraklar kimlik vermez, kimliğimizi biz her gün yeniden kurarız. Dilimizle, kültürümüzle, hikayelerimizle… 
Eğer çocuklarımızı kaybetmek istemiyorsak, önce birbirimizi bırakmamalıyız.
Bazen toplumlar düşmanla değil, kendi sessizliğiyle parçalanır.
Kırgınlıklarımızı içimize atarız. Yanlışlara göz yumarız.
Ama unutmayalım, her suskunluk biraz daha uzaklaştırır bizi birbirimizden.
İyileşmenin yolu, birlikte yürümeyi öğrenmektir.
Amerika’daki Türkler homojen bir yapı değil. Farklı şehirlerde, farklı meslek gruplarında, farklı hayat mücadeleleri içinde olan binlerce kişi var. Kimisi göçmenlik süreciyle uğraşıyor, kimisi çocuğuna Türkçe öğretmeye çalışıyor. Kimi işyeri kuruyor, kimi hâlâ ayakta kalmaya çalışıyor. Ama hepsinin ortak bir derdi var. Bu kimliği kaybetmemek. Bu ülkede Türk kalmak, sadece bayrak sallamakla olmaz. Dili yaşatmak gerekir. Kültürü aktarmak gerekir. Ve en önemlisi, birlikte durmak gerekir.
Ne yazık ki zaman zaman ayrışmalar, kutuplaşmalar, gereksiz rekabetler görüyoruz.
Oysa bu toplumun ne siyasî çekişmelere ne de kişisel hesaplaşmalara ayıracak vakti yok.
Burada yaşayan her Türk, aynı gemidedir.
Ve bu gemi ancak birlik ve beraberlikle yol alır.
Bugün yürüdüğümüz yollar, sadece gösteri için değil, yarın çocuklarımız hangi kimlikle büyüyecek sorusuna verdiğimiz cevaptır. Bu yüzden çağrımız açık, birlikte yürüyelim. Bayrağı birlikte taşıyalım.
Ve bu ülkenin sokaklarında sadece var olalım diye değil, onurla temsil edilelim diye çabalayalım. Bu topraklarda ayakta kalmak istiyorsak, birbirimizi bırakmayacağız. Aynı bayrak altında, aynı yürüyüşte, aynı hedef için birleşmeliyiz. Çünkü çocuklarımızın geleceği; bizim bugünkü duruşumuzla şekillenecek.
New York’un caddelerinde bir milletin onuru yürürken, o onura omuz veren herkese selam olsun.


Küllerinden Doğan Ses: TÜRKSES

Bir ses yükseliyor artık.
Amerika'nın caddelerinde, gökdelenlerin gölgesinde,
bir vakitler memleketten kopmuş bir milletin
kalbinden doğan, tarihi ve tertemiz bir ses...