. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun! - Atilla Pak

29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun!


  • Oluşturulma Tarihi : 03.11.2025 09:35
  • Güncelleme Tarihi : 03.11.2025 09:35

Saygıdeğer okurlarımız selamlar, 

Bugün yalnız bir bayram değil, bir milletin küllerinden yeniden doğduğu, esareti reddedip istiklali seçtiği gündür.
Bize özgürlüğün onurunu, vatan sevgisinin kutsiyetini ve Cumhuriyet’in ışığını armağan eden Büyük Atamız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, minnetle, saygıyla, sevgiyle ve tarifsiz bir özlemle anıyorum. Cumhuriyet, bizim için sadece bir yönetim biçimi değil, Türk milletinin karakterine kazınmış bir iradedir. Hür yaşamak, dik durmak, baş eğmemek iradesi. O irade, Sakarya’da, Dumlupınar’da, Afyon’un dağlarında olduğu gibi bugün de her Türk’ün kalbinde dimdik ayaktadır.

Bizler, dünyanın neresinde olursak olalım, o mukaddes mirasın emanetçileriyiz. Cumhuriyet, bize atalarımızın bıraktığı en büyük şeref, çocuklarımıza taşıyacağımız en büyük sorumluluktur. Ve biz, o sorumluluğu taşırken her 29 Ekim’de bir kez daha haykırırız:

Ne mutlu Türküm diyene!

Değerli Türkses okurlarımız,


Zaman daralıyor, 4 Kasım 2025’te Amerika ‘off-year’ seçim gününe gidiyor. Bu, başkanlık seçimi olmasa da eyalet yasama meclislerinden belediye başkanlıklarına, yerel yönetimlerden halkoylamalarına kadar birçok konuda sandıkların kurulacağı bir dönüm noktasıdır. Bu seçimler, Türk-Amerikan toplumunun da sesini, birikimini ve demokratik iradesini gösterebileceği önemli bir fırsattır. Artık birbirimizi yıpratma, karalama, bölünme zamanı değil. Bu toplumun enerjisini kişisel kavgalarla, makam hırslarıyla, geçici unvanlarla tüketmeye hakkımız yok.

Gerçek güç, birliğimizdedir. Çünkü bu makamlardan, bu sıfatlardan geriye sadece ürettiklerin ve bıraktığın iz kalır.
Türk-Amerikan toplumu uyanmalı, silkelenmeli ve yeniden akılla, bilgiyle, erdemle kenetlenmelidir.
Yapacak çok işimiz, anlatacak çok gerçeğimiz var.

Ve artık naylon kahramanlıklarla değil, samimi emekle yürümemiz gereken bir döneme girdik.

 Biz göçmen Türkler, geldiğimiz ülkelere alın terimizi, emeğimizi, düşünce gücümüzü, kültürümüzü ve ahlaki geleneğimizi getirdik. Fakat çoğu zaman bu emeğin siyasal karşılığını üretmekte geç kaldık. Bugün artık mesele sadece kültürel varlık değil, politik görünürlük meselesidir. Çünkü çağımız, haklı olanın değil, organize olanın sesinin duyulduğu bir çağdır.

 Ermeni ve Yunan lobileri, Amerika’da onlarca yıldır sistematik bir stratejiyle hareket ediyor. Onlar için mesele geçmişi tartışmak değil, geleceğin anlatısını kimin yazacağıdır. İşte Türk-Amerikan toplumu olarak tam bu noktada tarihi bir sınavla karşı karşıyayız. Ya başkalarının yazdığı hikayede figüran kalacağız, ya da kendi gerçeğimizi belgelerle, akılla ve saygın bir dille anlatacağız. Sessiz kalmanın  bedeli ağırdır.

Amerika’da Ermeni lobisinin etkisi, yalnızca finansal kaynaklardan değil, entelektüel stratejiden doğar. 1950’lerden itibaren kurdukları vakıflar, üniversitelere sağladıkları bağışlarla “Ermeni Çalışmaları Kürsüleri” kurdular. Bugün bu kürsülerde yetişen akademisyenler, yalnızca tarih değil, siyaset bilimi, hukuk ve insan hakları alanlarında da “soykırım” tezini sistematik biçimde kurumsallaştırıyor.

 Bu yapı, basit bir “söylem üretimi” değil, bir hafıza mühendisliğidir. Her kongre oturumunda, her eyalet meclisinde ve her medya platformunda aynı kavram, aynı cümle, aynı argüman: “Unutma ve Unutturma.” Bu, tarih biliminin değil, politik psikolojinin alanıdır. Türk tarafı ise hâla savunma refleksiyle hareket etmekte, oysa modern diaspora çalışmaları gösteriyor ki, kimliğini savunmak değil, bakış açısını sahiplenmek asıl stratejidir. Türk toplumu Amerika’da ticarette, mühendislikte, akademide, tıpta, sanatta güçlü temsilcilere sahiptir. Ancak bu temsil parçalıdır. Ekonomik olarak güçlü ama politik olarak sessiz bir yapı, lobiler çağında görünmez bir toplum yaratır.

 Toplumu güçlü kılan, bireysel başarılar değil, kurumsal hafızasıdır. Ermeni lobisi, Amerikan siyasetine nüfuz ederken sadece bağışlarla değil, 3 kuşaktır aynı dava dilini tekrar eden bir tutarlılıkla ilerledi. Türk-Amerikan toplumu ise her nesilde yeniden başlıyor, her dönem yeniden “birlik” çağrısı yapıyor. Fakat kalıcı bir stratejik merkez inşa edemiyor. Bu yüzden artık kültürel etkinlikler kadar, politik bilinç okuryazarlığı da toplumsal bir zorunluluktur. Her Türk derneği bir kültür merkezi olduğu kadar, bir stratejik temsil ofisi gibi çalışmalıdır. Bir toplumun görünürlüğü üç eksenle ölçülür: akademik bilgi, medya ağı ve politik temsil. Türk toplumu bu üç alanda da potansiyel olarak güçlü, fakat koordinasyonsuzdur.

 Akademi: Türk tarihinin yalnızca duygusal değil, belgesel temelde öğretilmesi gerekir. Üniversitelerde “Turkish Studies” bölümleri yalnızca dil eğitimi değil, tarih ve uluslararası ilişkiler ekseninde genişletilmelidir.

 Medya: Türkses gibi yayın organları artık yalnızca haber değil, düşünce üretim merkezleri olmalıdır. Çünkü medya, yalnızca bilgilendirme değil, algı inşası aracıdır.

 Siyaset: Oy vermek, sadece yurttaşlık görevi değil, varlık beyanıdır. Sandığa gitmeyen toplumlar, karar hakkını başkalarına devreder.

 Her Türk seçmeni, yaşadığı ülkenin yasalarına ve kurumlarına bağlı kalırken, aynı zamanda Türk kimliğini onurlu biçimde temsil ettiğinde, diaspora bir nüfus olmaktan çıkar, politik bir güç odağına dönüşür. Artık savunma değil, üretme zamanı.

Türk-Amerikan toplumunun bir Türk Hafızası Enstitüsü kurması gerekir.

Bu enstitü:

 Arşiv temelli tarih araştırmalarını İngilizce kaynaklarla yayına çevirir,

Üniversitelerde seminerler, kamuya açık paneller düzenler, 

 Amerikan politikacılarına ve gazetecilere tarihsel gerçekleri akademik üslupla sunar,

 Sosyal medya çağında belgeli bilgiyle dezenformasyona karşı durur. 

Böyle bir yapı, Türkiye Cumhuriyeti’nin diplomatik bir uzantısı değil, Amerikan yasaları çerçevesinde özgürce hareket eden sivil bir vicdan kurumu olur. Türk-Amerikan toplumunun geleceği yalnızca derneklerin değil, kurumsal Türkiye’nin de desteğini gerektirir.

Dışişleri Bakanlığı, Türk Tarih Kurumu, YTB ve Yunus Emre Enstitüsü’nün ortak koordinasyonuyla Amerika’da bir “Bilgi Diplomasisi Programı” başlatılmalıdır.

 Bu program kapsamında:

 Tarihsel ve politik konularda Türk-Amerikan toplumuna yönelik seminer ve bilinçlendirme konferansları düzenlenmeli,

• Genç kuşak Türk-Amerikalılar için akademik burslar ve diaspora liderlik eğitimleri verilmelidir,

Türk akademisyenler ve tarihçilerin katılımıyla “gerçek bilgiye dayalı anlatı seminerleri” organize edilmelidir.

Amaç, Türk toplumunun savunma psikolojisinden çıkıp, bilgiyle donanmış özgüvenli bir kimlik kazanmasıdır. Bu konferanslar yalnızca tarih değil, strateji, medya yönetimi, kamu diplomasisi ve sivil temsil alanlarını da kapsamalıdır. Çünkü artık mesele “soykırım iddialarına cevap vermek” değil, Türk kimliğini bilimsel temelde anlatmaktır. Bunu yapabilen bir toplum, ne sadece Türk kalır ne de yalnız, dünyada saygı gören bir bilinç topluluğu olur. Tarihin en tehlikeli sessizliği, doğru bildiğini söylememektir. Türk-Amerikan toplumu artık yalnızca kültür festivalleriyle değil, politik aklıyla da var olmalıdır. Çünkü bilgi, güçtür. Fakat örgütlenmiş bilgi, yarını inşa eder. Ermeni lobisi, kendi yalanlarla dolu hikayesini yüz yıl boyunca anlatmayı başardı. Bizim görevimiz, artık geçmişi değil, geleceği şekillendirmektir. Gerçek güç, sayılarda değil, bilinçte yatar ve o bilinç, Türk kalmanın onuruyla birleştiğinde, hiçbir lobi gerçeği örtemez.

Selam ve saygılarımla,

29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun!
Atilla Pak
Yazarımız Kim ?

Atilla Pak