Biz birbirimize ne zaman sırtımızı dönmeyi öğrendik?


  • Oluşturulma Tarihi : 30.06.2025 10:50
  • Güncelleme Tarihi : 30.06.2025 10:50

New Jersey’de, sıradan bir pazar sabahı. Tanıdık bir sima görmenin huzuruyla masaya oturuyorsunuz. Kahvaltı sofrasında, göz göze geldiğiniz bir hemşehrinizin gözlerinde umut görmek istersiniz. Bir tebessüm, bir selam, bir gönül bağı. Ama daha ilk yudum kahve bitmeden, sofranın üzerine bir dedikodu düşüyor. Sözcükler, kişi adları üzerinden değil, doğrudan karakter katli üzerinden akıyor. Sanki yıllar önce ülkesinden sürülmüş bir halkın hikayesi yeniden sahneleniyor: Böl, ötele, unut.

Gurbette insan, en çok kendi milletinden güç almalı değil miydi? Oysa zamanla fark ediyoruz ki, aynı dili konuşan, aynı kültürde büyüyen insanlar arasında bile bir ötekileştirme, bir baskılama eğilimi gelişiyor. Bu durum ne yazık ki bireysel değil, yapısal bir hal almaya başladı. İftiralarla örülen sahte senaryolar, kurguya dayalı suçlamalar ve yıkıcı dedikodular. Bunlara maruz kalanların sayısı az değil. Ama hâlâ dimdik duranlar var. Ne özür dileyen ne de eğilen… Çünkü başını öne eğdirecek bir yanlış yapmamış olan herkesin en temel hakkıdır. Onurla durabilmek.

Ama bu yazı bir kişinin hikayesi değil. Bu bir bireyin değil, bir toplumun muhasebesi. Çünkü bugün ben susturulursam, yarın bir başkası aynı kumpasla yüzleşir. Ve hepimiz aynı girdabın içine sürüklenmiş oluruz. Artık neredeyse refleks haline gelen bir davranış var: Birbirimize sırt çevirmek. Amerika’daki Türk toplumu büyük değil, evet. Ama küçük olmamız bizi daha güçlü kılmalıydı. Bir aile gibi bir arada durmamız gerekirken, biz birbirimize pusu kuranlara dönüştük.

Bir dernekte biri başarıya imza attığında, ilk kutlayan biz olmuyoruz. İlk karalayan biz çıkıyoruz. Oysa başarıyı sahiplenmek, takdir etmek, bizleri ileri taşır. Karalamaksa, hepimizi geriye çeker. Bu davranış kalıbını değiştirmeye gerçekten hazır mıyız? Yoksa birlik çağrıları bile perde arkasında kim kime laf çakacak yarışına mı dönüşüyor?

Eğer "Birlikte güçlüyüz" diyorsak, önce birlikte aynı masaya oturmayı öğrenmemiz gerek. Ama o masa, çıkar hesaplarının, kişisel kinlerin, gizli ajandaların masası olamaz. O masa, dik duranların, emeğe ve insana saygı duyanların, içtenlikle konuşabilenlerin masası olmalı. Çünkü birlik, herkesle uzlaşmak değil, ortak değerlere sahip olanlarla birlikte yürüyebilmektir.

Bu bir barış çağrısı değil. Kimseye ne yaranmak ne de gönül almak derdindeyim. Ama hâlâ aramızda iyi niyetli insanlar varsa, onlarla omuz omuza yürümekten çekinmem. Çünkü benim mücadelem insanlara karşı değil, kirli oyunlara karşıdır. Ve bu kirli oyunları susarak değil, hakikati dillendirerek bozabiliriz.

Gelin, doğruya doğru diyelim. Ne siyasetle ne kinle ne de maskelerle. Açık yüreklilikle. Çünkü kim yanlış yaparsa yapsın, sustuğumuz yerde suça ortak oluruz. Doğrunun yanında durmayanlar, zamanla yalancıların gölgesinde kaybolur. Bugün sosyal medya üzerinden yaratılan sahte algılar, geçici olabilir. Ama gerçekler öyle bir konuşur ki, geriye ne sahte unvan kalır ne geçici şöhret.

Ben bu yazıyı kimseye hoş görünmek için değil, bir nesli kaybetmeyelim diye yazıyorum. Çünkü hâlâ bu toplumun içinde tertemiz kalpler, gururlu gençler, alnı açık büyükler var. Onlar için mücadele ediyorum. Sırt dönenlere değil, yüzünü hâlâ bu topluma dönenlere inancım var.

Ayrıca sormamız gereken bir başka önemli soru var: Devlet kurumlarımız, özellikle dış temsilcilikler bu dağınıklığa nasıl yaklaşıyor? Başkonsolosluklar, sadece pasaport ya da belge düzenleyen yerler değildir. Toplumla bağ kuran, derdi dinleyen, haklının yanında duran vicdanlı yapılardır. Tarafsızlık, sadece duruşta değil, uygulamada da kendini göstermelidir. Bir camiada bazı gruplara yakın durup diğerlerini görmezden gelmek, güveni kökünden sarsar.

Bugün herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor. Dernek başkanı, medya yöneticisi ya da bir temsilci. Kim olursa olsun, bulunduğu yeri bir hesaplaşma sahnesine çevirmemeli. Çünkü bu pozisyonların kutsallığı yok, ama büyük bir sorumluluğu var. Kimseyi ezmeden, susturmadan, dışlamadan topluma hizmet etmek. Gölgelerle değil, çözümlerle ilerlemek.

Liderlik, makamla değil, halkla olan gönül bağıyla ölçülür. Ne yazık ki bazı isimler, yetkiyi alınca halktan uzaklaşıyor. Eleştiriyi tehdit olarak görüyor, kendilerini dokunulmaz ilan ediyorlar. Oysa gerçek liderlik, en sert eleştiride bile kendine dair doğruları arayabilme erdemidir. Hepimiz hata yaparız. Mesele, hatada ısrar etmek mi, yoksa düzeltme cesaretini göstermek mi?

Bu yazı bir davettir. Ama herkese değil. Herkesi sevin demiyorum. Bu, hakikati görün, haksızlığa göz yummayın çağrısıdır. Herkesi kucaklamak mümkün değil. Ama herkesin hakkını savunmak mümkün. Aynı düşüncede olmasak da aynı değerlerde buluşabiliriz. Çünkü bir toplumu yaşatan şey düşünce birliği değil, vicdan ortaklığıdır.

Biz birbirimize ne zaman sırtımızı dönmeyi öğrendik?
Atilla Pak
Yazarımız Kim ?

Atilla Pak