.
Değerli okuyucular,
Geçtiğimiz yazımda, toplumsal birliğin ne denli kıymetli olduğunu ve sosyal medya üzerinden büyüyen ayrı;maların bizi birbirimizden nasıl uzaklaştırdığını ele almıştım. Ancak zamanla fark ettim ki, bu ayrışmalar yalnızca iç dinamiklerden kaynaklanmıyor. Bizi bölen çatlakların bir kısmı, dışarıdan sistemli şekilde pompalanan tarihi yalanlarla da derinleşiyor.
Bu nedenle bu kez rotamı biraz değiştiriyorum. Çünkü birlikten söz ederken, bu birliği kimlerin ve nasıl sabote ettiğini de konuşmak zorundayız. Tarihimize yöneltilen iftiralar yalnızca geçmişi hedef almıyor, bugünümüzü ve yarınımızı da tehdit ediyor. Tarihi yalanlar üzerine gelecek inşa edilemez. Bu yüzden hem kendimize hem birbirimize karşı bir sorumluluğumuz var. Hakikati bilmek ve anlatmak.
Amerika Birleşik Devletleri, aynı gök altında binbir farklı kültürün yaşadığı dev bir coğrafya. Biz Türkler içinse bu topraklar, hem bir umut kapısı hem de büyük bir sınav yeri. Ancak acı bir gerçek var: Aynı ülkeden gelen bizler bile burada zamanla birbirimize yabancılaştık. Ermeni diasporası bu anlamda son derece örgütlü, sistemli ve sesini duyurmakta oldukça başarılı. Her yıl milyonlarca dolarlık bütçeyle Türkiye’yi hedef alan kampanyalar yürütüyorlar. Diğer bazı etnik ve siyasi gruplar da benzer stratejilerle hareket ediyor.
Peki ya biz Türkler? Ne yazık ki, bugüne kadar ortak bir ses oluşturmakta zorlandık. Sadece bireysel tepkilerle, parçalı çıkışlarla yetindik. En acı olanı ise bu ayrışmanın artık sadece sosyal veya kültürel değil, tarih üzerinden de derinleşmiş olması. Tarihimiz çarpıtılıyor, suçlamalar yöneltiliyor. Hollywood yapımlarında bile karalama senaryoları işleniyor. Ve en tehlikelisi, Amerika’daki genç nesiller bu çarpıtılmış anlatılarla büyüyor.
Bugün “birlik” demek yetmiyor. Artık tarihi de savunmak, hakikati de sahiplenmek gerekiyor.
Ermeni diasporasının oluşturduğu anlatı düzeni tarih değil, bir kurguya dayanıyor. Medyada, okullarda, kamuoyunda sürekli şu anlatı tekrarlanıyor: “Türkler zalim, diğerleri mağdur.”
Ve bu propaganda yalnızca Ermeni iddialarıyla sınırlı değil. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki bazı olaylar da çarpıtılarak, Türkiye’ye karşı yeni bir “soykırım galerisi” oluşturulmak isteniyor. Ne sağlam bir tarihi belge, ne de uluslararası bir yargı kararı var. Ama çok güçlü bir duygu yönetimi var. Çünkü mesele tarih değil, algıdır.
Bu sistemli propaganda karşısında biz ne yazık ki dağınık kaldık. Haklıydık ama sustuk. Belgelerimiz vardı ama anlatamadık. Çünkü biz belgeyle konuşurken, karşımızdakiler yalanla haykırdı.
Yıllardır aynı senaryo sahneleniyor. Aynı fotoğraflar, aynı cümleler, aynı suçlamalar… Ve bu tekrar sayesinde, tarih bilgisine sahip olmayan pek çok insan, bu iftiraları gerçek sanıyor. Medyada ne görüyorsa ona inanıyor. Ve farkında olmadan, bu yalanlar nesillerin zihnine kazınıyor.
Joseph Goebbels’e atfedilen meşhur bir söz vardır: “Bir yalanı yeterince uzun, sık ve yüksek sesle söylerseniz, insanlar ona inanır.” İşte tam da bu yapıldı. Yalanlar tekrarlandı, hakikat sustu. Ve sessiz kalan hakikat, sonunda görünmez oldu. Ancak burada kimseyi suçlamıyoruz. Çünkü biliyoruz ki, bu konular yıllardır anlatılmaya çalışıldı. Ama ortak bir sesle değil, dağınık ve bireysel çabalarla. Kimileri susturuldu, kimileri duyulmadı. Sorun, bu mücadelenin sistemli ve organize olmamasındaydı.
Artık bireysel değil, toplumsal bilinçle bu hakikate sahip çıkmalıyız. Haklı olmak yetmez, bilgili olmak zorundayız. Sadece duygularla değil, bilgiyle konuşmalı, iddialara belgelerle yanıt vermeliyiz. Peki nereden başlamalıyız?
İşte bazı sağlam kaynaklar:
• Türkiye Cumhuriyeti Devlet Arşivleri
• Türk Tarih Kurumu Yayınları
• Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Prof. Dr. Kemal Çiçek, Prof. Dr. Justin McCarthy gibi akademisyenlerin çalışmaları
• TBMM’nin hazırladığı “Ermeni Sorunu ile İlgili Belgeler” kitap serisi
• Ve elbette: Prof. Dr. Mehmet Çelik
Prof. Dr. Mehmet Çelik, yıllardır bu meseleyi halkın anlayabileceği bir dille anlatıyor. Kendisinin Türkses Gazetesi’nde yer alması büyük bir şanstır. Videoları, yazıları ve kitapları, konuyu derinlemesine öğrenmek isteyenler için güçlü bir başlangıç noktasıdır.
Bir toplum, bilgisiyle kendini savunamazsa, sessizliğe mahkûm kalır. Kendi tarihini bilmeyen milletler, başkalarının yazdığı iftiraların gölgesinde yaşar. Artık susma değil, öğrenme ve öğretme zamanıdır.
Bu yazı bir tarih dersi değildir. Bu yazı bir vicdan çağrısıdır. Çünkü eğer biz hakikati savunmazsak, iftiralar büyür. Sessiz kalanlar suçlu değildir ama hakikati sahiplenmeyenler de masum kalamaz. Tarihimizi korumak, yalnızca geçmişe saygı değil, aynı zamanda geleceğimize sahip çıkmaktır.
Amerika’da Türk olmak kolay değil. Ama haklı olmak mümkündür. Yeter ki sesimizi, bilgimizi ve vicdanımızı birleştirelim. Evet, Amerika’da yaşıyoruz. Ama aynı gök altında hâlâ ayrı dünyalarda olmaya devam edersek, ortak bir yarın kuramayız.
Gelecek yazılarımda, bu konularda nasıl stratejiler geliştirebiliriz, hangi adımları atmalıyız, toplumsal hafızamızı nasıl canlandırabiliriz; hepsini birlikte ele alacağız. Düşüncelerimizi paylaşmak, ortak bir yol haritası oluşturmak için bir arada olmamız şart. Eğer siz de bu konularda fikirlerinizi paylaşmak isterseniz, bana her zaman e-posta yoluyla ulaşabilirsiniz.
Sevgiyle kalın.