.
Saygıdeğer okurlarımız selamlar,
Bugün öyle bir dönemden geçiyoruz ki, yazarların kaleminden, yorumcuların sözlerinden, televizyon ve YouTube ekranlarından ardı ardına senaryolar yağıyor. Kimi ekonomiden, kimi savaşlardan, kimi diplomasi oyunlarından bahsediyor. Hepsini dinlediğimizde, sanki büyük bir pazılın parçaları zihnimizde toplanıyor ve onlarca soru peş peşe geliyor. İşte ben de o soruların ışığında, tarihten devraldığımız hafızayla bugünü anlamaya, geleceğe dair ipuçlarını yakalamaya çalışıyorum. Çünkü tarihin gösterdiği bir hakikat, Türk milleti her dönem oyunların hedefinde oldu, ama her defasında kendi iradesiyle bu oyunları bozdu.
Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana dış politikamızın en temel pusulası bağımsızlık ve denge oldu. Atatürk, Lozan’da yalnızca yeni bir devletin sınırlarını değil, aynı zamanda “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesine dayalı diplomasi çizgisini belirledi. O gün kapitülasyonları kaldıran irade, aslında tam bağımsızlığın taşlarını döşemişti. Sovyetlerle dostane ilişkiler sürdürülürken Batı’yla dengeli temaslar kurulmuş, fetihçi değil koruyucu bir vizyon benimsenmişti. Bugün yüz yıl sonra, Türkiye yine aynı ilkelerin etrafında yol alıyor.
Ama karşımızdaki senaryoların karmaşıklığı artık daha fazla. Sevr’in gölgesi masada dolaştırılmaya başlıyor. 1920’de bizi Anadolu’nun ortasına sıkıştırmak isteyenler, bugün farklı araçlarla aynı hayali sürdürüyor. Terör örgütleri üzerinden yürütülen vekalet savaşları, enerji hatlarını kesme çabaları, ekonomik manipülasyonlar ve diplomatik baskıları aslında aynı amacın yeni kılıflarıdır. Fakat tarih gösterdi ki, o gün Misak-ı Milli ile ayağa kalkan millet, bugün de aynı iradeyle varlığını koruyacaktır.
Ortadoğu’da yükselen gerilim en yakın tehlike. İsrail ile İran arasındaki çatışma ihtimali artık yalnızca bölgesel değil, küresel bir yangına dönüşme potansiyeli taşıyor. Türkiye’nin lüksü, bu yangını görmezden gelmek değil, fakat yapılacak en büyük hata keskin taraflardan birine savrulmak olur. Bu tablo bizlere Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’na sürüklenişini hatırlatır. Bugün yapılması gereken, köprüleri yakmadan, insani koridorlar açarak, sessiz diplomasiyi işletmektir. Türkiye’nin rolü, yangına benzin döken değil, ateşi çevreleyip kontrol altında tutmaya çalışan olmalıdır.
Karadeniz başka bir kırılma noktasıdır. Ukrayna ile Rusya arasındaki savaş derinleşir, NATO doğrudan devreye girerse, Montrö’nün yükü Türkiye’nin omuzlarına binecektir. Yanlış bir hamle, ya Batı karşısında tarafsızlığımızı zedeler ya da Rusya ile ilişkilerimizi koparır. Doğru olan, Montrö’yü harfiyen uygulamak ve Karadeniz’i bir güç denizi değil, bir denge denizi halinde tutmaktır. Tahıl koridorlarının açık tutulması ise yalnızca Türkiye’nin değil, dünyanın gıda güvenliğinin sigortasıdır.
İçerideki ayrışma riski de küçümsenmemelidir. 1970’lerde sokaklarda kardeşin kardeşe kurşun sıktığı günleri, 1990’larda terörün dağlarda kol gezdiği yılları unutmadık. Bugün toplumsal kutuplaşma derinleşirse, farklı kimlikler üzerinden yeni senaryolar kurgulamak isteyenler hiç eksik olmayacaktır. Türkiye’yi dışarıdan yıkmak zordur, ama içeriden çatlatmak isteyen çok olur. Bu yüzden en büyük tedbir, toplumsal barışı diri tutmak ve kimlik siyasetiyle körüklenen nefret diline asla fırsat vermemektir.
Somut örnekler de gözümüzün önündedir. Türkiye’nin en çok rahatsız olduğu konulardan biri, ABD’nin Suriye’de YPG unsurlarıyla sürdürdüğü iş birliğidir. Ankara, bu yapıyı PKK’nın uzantısı olarak görmekte ve defalarca dile getirmiştir. Ancak burada mesele yalnızca sınır güvenliği değil, aynı zamanda içeride toplumsal barışın korunması meselesidir. O yüzden bu konuya değinirken hem hakikati dile getirmek, hem de milletimizin birlik zeminini zedeleyecek bir dil kullanmamak zorundayız.
Diplomatik baskıların en belirginlerinden biri, 1915 olaylarının siyaseten sürekli “soykırım” iddiasıyla gündeme getirilmesidir. ABD ve Avrupa’daki bazı siyasetçilerin bunu iç politikadaki lobiler için araçsallaştırması, aslında bir “hakikat arayışı” değil, Türkiye’ye yönelik bir baskı mekanizmasıdır. İşte tam da bu noktada biz, yurtdışında yaşayan Türkler için en önemli sorumluluk ortaya çıkıyor. Çünkü bu meselenin karşısında en fazla birlik olmamız gereken yer diaspora sahasıdır. Derneklerimizin, federasyonlarımızın ve topluluklarımızın ağırlık vermesi gereken en elzem konulardan biri budur. Çocuklarımızı, gençlerimizi bu konuda bilinçlendirmek, bulundukları ülkede gerçeği anlatacak kadar bilgi sahibi olmalarını sağlamak hayati bir görevdir. Türkiye’nin haklı davasını yalnızca Ankara’daki diplomatlar değil, dünyanın dört bir yanında yaşayan Türkler de savunur. Üniversitelerde, medyada, siyasette ve günlük hayatta doğruyu dile getirecek kadar donanımlı olmak bizim omuzlarımızdaki tarihi bir sorumluluktur. Eğer biz kendi çocuklarımıza hakikati öğretmezsek, başkalarının yalanları onların zihnini doldurur.
Ve bir diğer tuzak ise Türkiye’nin kendi ajandasını bırakıp başkalarının ajandasına taşeronluk etmesi. Osmanlı’nın Viyana Kongresi sonrasında Avrupa’nın denge oyunlarının piyonu haline gelişi, tarihin en çarpıcı örneklerinden biridir. Eğer bugün Ankara, kendi çıkarlarını değil büyük güçlerin çıkarlarını savunmaya başlarsa, işte o an en büyük kaybı yaşamış olur.
Bütün bu senaryoları gözden geçirince, aslında tek bir gerçek karşımıza çıkar. Tehlikeler büyük, oyunlar karmaşık, ama milletimizin hafızası ve iradesi bu coğrafyanın en sağlam sigortasıdır. Çıkış yolu, geçmişten gelen derslerle bugünün tedbirlerini birleştirmektir. Siber güvenlikte tam bağımsızlık, enerjide çeşitlilik, toplumsal barışın korunması, çok kutuplu denge diplomasisinin sürdürülmesi ve diaspora gücünün etkin kullanılması bu planın ana maddeleridir.
Bu hakikati yalnızca yönetenler değil, biz sıradan vatandaşlar da hatırlamalıyız. Çünkü ulusun gücü sadece kurumlarda değil, her bireyin ortak bilincinde saklıdır. Türkiye’nin önündeki tuzaklar büyüktür, ama birlik oldukça hiçbir oyun karşısında yıkılmayacaktır.
“Yurtta sulh, cihanda sulh” yalnızca bir ideal değil, ayakta kalmanın en sağlam kalkanıdır. Sulhu korumak, güçlü bir devlet, diri bir millet ve sarsılmaz bir hafıza ister. Bizim görevimiz geçmişi unutmamak, bugünü doğru okumak ve geleceğe hazırlıklı olmaktır.
Selam ve saygılarımla,